COVID SALGINI VE SİVİL TOPLUM

Suat Kardas
4 min readJan 12, 2021

--

Sivil toplum kuruluşlarının varlık sebebi sorulduğunda en çok tekrarlanan şeylerden biri onların karşılanmayan ihtiyaçları gidermek için yola çıktıklarıdır. Her sivil toplum kuruluşu küresel veya toplumsal olarak bir ihtiyaç veya sorun tespit eder ve bunları çözmek için bir misyon belirler, bu doğrultuda faaliyet yürütür ve etki yaratmaya çalışır. Kimisi bunu doğrudan hizmet odaklı yaparken kimisi savunu yaparak veya düşünce üreterek yapar.

Öte yandan kriz anlarında sivil toplum kuruluşları ayrı bir sorumluluk da hissederler. Doğal afet, salgın, çatışma ve savaş gibi toplumsal kriz zamanlarında STK’lar hemen yardıma koşar ve kıt kaynaklarını sahaya sürerler. Hatta bazıları misyonlarında olmayan işler yapar: Deprem ve doğal afet zamanlarında etkinlik noktalarını acil barınma ihtiyaçlarına açmaktan, gönüllülerini arama kurtarma faaliyetlerine yönlendirmeye, maden faciasında hayatını kaybetmiş işçi çocuklarına burs sağlamaktan bir mülteci akını olduğunda acil insani yardım çalışmalarına destek vermeye kadar bu hizmetler çeşitlenir.

Yaşadığımız dünya karşılanmayan ihtiyaçların çokluğuyla sivil topluma her zaman iş çıkaracaktır kuşkusuz ama sivil toplumun kriz anlarında bu sorumluluğu hissetmesi ve faaliyetlerini sürdürmesi sosyal dayanışma açısından ve zor zamanlarda topluma umut vermek açısından son derece önemlidir.

Sivil toplumun önemini “üçüncü sektör” kavramı üzerinden anlatmaya çalışayım.

Sivil toplum kavramını da kapsayacak şekilde üçüncü sektör kuruluşları genellikle;

· Hükümetten bağımsız,

· Değer odaklı, yani kar dağıtmaktan çok sosyal amaçlar uğruna çalışan (örneğin sosyal refahı artırmak, çevreyi korumak veya ekonomik kalkınmayı sağlamak) ve

· Yarattıkları katma değeri tekrar kendi sosyal amaçları için kullanan (bu yüzden kar amacı gütmeyen kuruluşlar diye adlandırılırlar)

gönüllü kuruluşları, vakıfları, dernekleri, dayanışma gruplarını, sosyal işletmeleri ve kooperatif gibi geniş bir kuruluşlar ağını kapsar.

Üçüncü sektör kavramı, devlet (birinci sektör) ile ekonomik pazar (ikinci sektör) arasında bir yerde konumlanan kurum ve kuruluşları kapsamaktadır.

Uzun bir zaman boyunca sosyal bilimler üçüncü sektörün rolünü göz ardı etti ve daha çok devlet ve piyasanın rolüne vurgu yaptı. 1980’lerden itibaren ve ağırlıkla ABD’de bazı kuramsal tartışmalar üzerine bu durum değişti. Soru şuydu:

“Rekabetçi demokrasilerde ve serbest piyasa ekonomilerinde kar amacı gütmeyen kurumlar neden var? Davranış tarzları ve yarattıkları etki açısından farkları ne?”

Bu alandaki teorilerden biri (heterojenlik teorisi) ekonomide piyasa başarısızlığı/devletin başarısızlığı kavramı üzerine odaklanır.

Bu teoriye göre; piyasaların “kamusal mallar”,[1] yani birileri onlar için ödeme yapsın ya da yapmasın herkes için var olan malların üretiminde doğuştan gelen bir sınırlılığı vardır. Bu “piyasa başarısızlığı”, piyasa sistemi tarafından karşılanamayan mallara yönelik talebi karşılamak için devletin varlığını gerekli hale getirir.

Bir demokraside devlet bu rolü, seçmenlerin çoğunluğu belirli kamusal malların üretimini desteklerse yerine getirebilir. Ancak hangi kamu mallarının üretilip hangilerinin üretilmeyeceği konusunda seçmen tercihlerinde önemli farklılıkların olduğu durumlarda, bu tür bir çoğunluk desteğini geliştirmek zor olabilir ve sonuç olarak kamu malları için yeterli talep üretilememiş olur. Bu tür bir devlet başarısızlığı nüfus içinde önemli etnik, dinsel ve dilsel farklılıkların (heterojenliğin) olduğu durumlarda yaygındır. Bu tür durumlarda gönüllü/kar amacı gütmeyen kuruluşların varlığı hem kolektif bir hareket tarzı oluşması hem de devlet ve piyasanın sağlayamadığı kamusal malları/hizmetleri sağlamak açısından bir mekanizma görevi görür.

Başka bir yaklaşım üçüncü sektörün varlığını piyasa ekonomisinde bilgi asimetrisi ile ilişkilendirir. Birçok ekonomik alışverişte, tüketiciler satın aldıkları ürün ve hizmetin kalitesini değerlendirmek için ihtiyaç duydukları bilgiden yoksundurlar. Bunun nedeni üretici ile tüketicinin farklı kişiler olmasıdır. Böyle durumlarda gönüllü kuruluşlar bu güven ikilemine alternatif bir çözüm sunarlar. Kar kaygısı olmadığı için gönüllü kuruluşlar daha güvenilir bulunur.

Diğer bir yaklaşım ise gönüllü kuruluşların aslında toplumların sosyal, ekonomik ve politik dinamiklerine iliştirilmiş olduklarına vurgu yaparlar ve bu kurumların gelişiminin herhangi tek bir faktöre indirgenemeyeceğini savunurlar, bu kurumların evrimini devlet-toplum veya sınıf ilişkilerinin evriminde aramamız gerektiğini söylerler.

Bu üç sektörün kendi içerisinde niteliği ve birbiri ile ilişkisinin farklılaştığı, birçok rejim ve model vardır (liberal, korporatist, devletçi, sosyal demokrat) ama kuşkusuz her modelde üçüncü sektör farklı ağırlıklarda olsa da toplumda önemli bir rol üstlenir.

Adına ister sivil toplum ister üçüncü sektör diyelim; kar amacı gütmeyen, kamu yararına çalışan, gönüllü ve bağımsız kuruluşlar bir ülke için vazgeçilmezdir ve üçüncü sektör ne kadar güçlü olursa o ülkede çoğulculuk, yurttaş katılımı, toplumsal dayanışma, yenilikçilik, genelleştirilmiş güven ve sonuçta insani kalkınma o kadar güçlü olur.

Türkiye hiçbir zaman sivil alanın güçlü olduğu bir ülke olmadı ne yazık ki. Birçok uluslararası araştırmada (örn. Dünya Değerler Araştırması veya OECD Society at a Glance gibi) Türkiye gönüllülük, bağışçılık gibi alanlarda son sıralarda yer alıyor. Üçüncü sektör kuruluşlarımızdan kurumsallığını ve sürdürülebilirliğini garanti altına almış olanların sayısı nerdeyse iki elin parmağını geçmiyor. Anlı şanlı, yıllardır sahada binlerce insanı mobilize eden, önemli bir toplumsal etki yaratan STK’larımızın çoğunun bir ana mal varlığı yok. Yani her sene ne bağış toplarsa faaliyetlerini onunla yürütüyor. Bu hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir durum.

Hal böyle iken toplumsal bunalım veya ekonomik kriz dönemlerinde sivil alan iyice daralıyor, yıllarca emek emek edinilmiş kazanımlar kaybediliyor ve zaten kırılgan olan sivil toplum kuruluşları daha kırılgan hale geliyor.

Tarihin hızlandığı bir dönemden geçiyoruz ve COVID’le birlikte ABD’deki son olaylar bize üstünde durduğumuz ekonomik, siyasal ve toplumsal zeminin aslında ne kadar zayıf olduğunu, yıllardır uğraştığımız sorunların aciliyetini daha açık bir şekilde gösterdi.

Hepimize düşen sivil toplumun bu ağır ve acil sorunlara yanıt verme gücünü elinden almak değil aksine kamu yararı güden ve bu işi gönüllü yapan kurumlara destek olmak ve üçüncü sektörün hak ettiği güce kavuşmasına katkı sunmaktır.

(1) Kamusal mal ve hizmetler (public goods) toplu halde birlikte yaşamaktan kaynaklanan kamusal ihtiyaçların karşılanmasına yönelik mal ve hizmetlerdir.

(2 ) Üçüncü sektörle ilgili tartışmalar http://fathom.lse.ac.uk/Features/122549/ sitesinden alıntılanmıştır.

--

--

Suat Kardas
Suat Kardas

Written by Suat Kardas

#eğitim, #çocuk, #okul, #öğrenme, #siviltoplum, #sosyalinovasyontasarımı / suatkardas@gmail.com

No responses yet